TÜRK MÜZİĞİNDE SAZLAR
Müzikte çalgı, istisnaî birkaç form dışında, ses müziğinin vazgeçilmez eşlik unsuru ve başlı başına bir Müzik türü olarak çifte fonksiyona sahiptir.. Türklerin Hun'lardan beri her iki fonksiyonuyla da kullandıkları musiki aletleri, mehterhane Enderun ve tekkelerde yaşamış ve gelişmiştir. Osmanlı musikisi formları ile çalgıları arasında, çağlara göre eskilerinin gözden düşüp yenilerinin moda olması şeklinde bir kader birliği görülür.Osmanlı klâsik ve halk musikisinde kullanılan bütün saplı çalgıların atası olan Kopuz'un ömrü 18.yy'a kadar devam edebilmiş, 10.yy ila 16. yy. arası çok revaçta olan Ud yerini (l9.yy. sonunda yeniden almak üzere) 17.yy.dan itibaren Tanbur'a bırakmış, tarihi Türk harpı Çeng ile Türk pan flütü Miskal 19.yy, Santur ise 20. yy.da artık kullanılmaz olmuşlardır.Önce viola d'amore şeklinde Sinekemanı adı ile Batıdan gelen Keman, daha sonra Viyola, Viyolonsel ile Kontrbas ve önceleri Köçekçe ve Tavşanca adı verilen saray rakslarının eşlik sazı olan Kemençe ve Lavta 20.yy. da klasik musikiye de girmiş; Kaşık'la Zilli Maşa'nın halk oyunlarında yaşamasına mukabil, Çalpara da denen Çengi Çubuğu, Köçekçe ve Tavşancalarla birlikte tarihe karışmıştır. Musiki aletleri bilimi organolojide çalgılar bu sanatın insanla birlikte doğuşundan bu yana geçirdiği gelişmeler göz önüne alınarak: vurmalı sazlar, nefesli sazlar ve telli sazlar olarak incelenmektedir. Ritim sazlar da denen vurmalılar, kendi aralarında ayrıca: tahtalar, zilliler ve derililer olarak üçe ayrılmakta: nefesli ve telli çalgılar -ritim sazlarına paralel-'melodi sazları' adını almakta, nefesliler'dilli' ve'dilsiz', telliler de'mızraplı' ve'yaylı' alt başlıklarına göre sınıflandırılmaktadır. |
 |
|
|
A. Vurmalı Sazlar
Çevgân (Askeri Müzik)
Kaşık (Halkoyunları)
Çalpara veya Çengi Çubuğu
(Köçekçe ve Tavşancalarda)
2) Zilliler
Zil (Halile) (Tekke Müziği)
Mehter Zili (Askeri Müzik)
Zilli Maşa (Halk oyunları)
Parmak Zili (Raks Müziği)
Hitit Sistrumu(Askeri Müzik.)
3) Derililer
Kös (Askeri Müzik)
Daire (Klâsik Müzik)
Def (Fasıl Müziği)
Bendir (Tasavvuf Müziği)
Nevbe (Tasavvuf Müziği)
Darbuka (Oyun havaları)
Nakkare (Askeri Müzik)
Davul(Askeri ve Halk Müziği)
Kudüm (Tasavvuf ve Klâsik Müzik
|
B. Nefesli Sazlar
1)Dilliler
Zurna(Askeri ve Halk Müziği)
Mey (Halk Müziği)
Kaval (Halk Müziği)
Tulum (Halk Müziği)
Sipsi (Halk Müziği)
Çifte (Halk Müziği)
Arğul (Halk Müziği)
Düdük (Halk Müziği)
2)Dilsizler
Nefir (Askeri Müzik)
Kaval (Halk Müziği)
Girift (Klâsik Müzik)
Miskal (Klâsik Müzik)
Pîşe (Klâsik Müzik)
Mû (Klâsik Müzik)
Komuz (Oyun Müziği)
Mizmar (Klâsik Müzik)
Kara kamış(Klâsik Müzik)
Garmon(Mızıka ve Oyun Müziği)
Ney (Klâsik ve Tasavvuf Müziği)
Hokkabaz Borusu(Eğlence Müziği)
|
|
|
C. Telli Sazlar
Iklığ (Halk Müziği)
Sînekeman (Klâsik Müzik)
Keman (Klâsik Müzik)
Rebab (Tasavvuf Müziği)
Ağaç Kemane (Halk Müziği)
Yaylı Tanbur (Klâsik Müzik)
Kabak Kemane (Halk Müziği)
Klâsik Kemençe(Klâsik Müzik)
Karadeniz Kemençesi(Halk Müziği)
2)Mızraplılar
Lâvta (Oyun Müziği)
Çeng (Klasik Müzik)
Tanbur (Klasik Müzik)
Kolca Kopuz (Halk Müziği)
Santur (Klâsik Müzik)
Ud (Klâsik ve halk Müziği)
Kanun (Klâsik ve halk Müziği)
Kopuz (Askeri ve Halk Müziği)
|
|
|
|
UD:
Bu sazı ilk defa 7. yy.da Horasan'dan Bağdat'a çalışmaya gelen Türk işçilerin elinde görmüş olan Araplar, göğsünün yapılmış olduğu sarısabır ağacından (aloexyion agallocum) dolayı el'-oud adını vermişlerse -Türkler de bu adı aslı olan Kopuz yerine -belki daha kısa oluşu yüzünden- benimsemişlerse de, saz Türklerin bin yıllık Kopuz'undan başka bir şey değildir. Ney-Tanbur ikilisinin Osmanlı Sarayında da Uda üstünlük kurması sebebiyle, 16 ilâ 19. yy.lar arasında sazımız itibar kaybına uğramış, aksine ona 'sazların kraliçesi' adını veren Araplarca baş tacı edilmişti. batılılarsa, 11-13. yüzyıllar arasındaki haçlı seferleri sırasında tanıyıp Avrupa'ya götürdükleri bu saza, luth (fr.), lute (ing.), laute (alm.), liuto (ital.), alaud (isp.), luit (dat.) gibi hep l ile başlayan isimler vermişlerdir.
Ud sazının geçmişteki üstatları arasında Yorgo Bacanos, Şerif Muhiddin Targan, Udi Nevres Bey, Kadri Şençalar'ın yanı sıra yakın dönemde kaybettiğimiz ve udda başlı başına bir ekol yaratmış olan Cinuçen Tanrıkorur, halen faal icrada bulunan üstatları arasında ise Necati Çelik, Yurdal Tokcan, Münir Nurettin Beken, Samim Karaca, Sedat Oytun, Bayram Coşkuner gibi pek çok isim sayılabilir. Bu isimler udu halkımıza sevdirmenin yanı sıra ud icrasını gelecek nesillere taşıyacak öğrencileri yetiştirmek konusunda rol oynamışlardır. Bugün virtüöz yetişmesi konusunda en şanslı sazlarımızdan olduğu söylenebilir.
|
|
NEY
"Dinle neyden, duy neler söyler sana.
Derdi vardır ayrılıklardan yana."
Böyle başlar Hz. Mevlana Mesnevisine ve ilk 18 beyitte neyi anlatır bize.Hz. Mevlânâ' nın felsefesinde ney, bir müzik aletinden çok daha ötedir. Ney, "insan-ı kâmil" in (yani bir takım merhalelerden geçerek olgunlaşmış insanın) sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır.Ney, mevlevîlerce kutsanmış ve " nây-ı şerîf " diye anılmıştır.
Sümerce' den Farsça' ya geçen "nâ" veya "nay", kamış, kargı anlamlarına da gelen bu çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan "mizmâr" sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe' de ise hemen her zaman "ney" olarak anılmıştır.
Ney ses rengi olarak insan sesine en yakın çalgılardan biridir. Her türlü müzikal motifi icra etmeye imkân tanır. Üç oktavlık ses sahası içindeki tüm sesleri, nefes şiddetini veya dudağın başpâre ile yaptığı açıyı değiştirmek suretiyle koma koma verebilir.
Ney, kargı denilen bir cins kamıştan imal edilir.
Ney yapımında kullanılacak kamışların boğum araları, büyük boy neylerde uzun, ufak boy neylerde ise kısadır. Dokuz boğum olması zorunludur. Bir neyde, altısı önde, biri ise arkada olmak üzere toplam yedi adet perde ve üç oktav ses sahası vardır.
Ney üzerinde, kamışın birinci boğumuna üfleme kolaylığı sağlamak için takılan ve "başpâre" adını taşıyan bir ağızlık bulunur. Kamışın her iki ucuna, çatlamayı engellemek için takılan ve "parazvâne" denilen iki adet metal yüksük vardır.
Bugün hayatta bulunmayan ünlü neyzenler arasında Şeyh Yusuf Dede, Kutb-ı nâyî Osman Dede, Şeyh Mustafa Nakşi Dede, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Mehmed Said Dede, Neyzen Yusuf Paşa, Neyzen Dede Sâlih Efendi, Neyzen Aziz Dede, Neyzen Tevfik (Kolaylı), Neyzen Emin Dede (Yazıcı), Rauf Yektâ Bey, Hüseyin Fahreddin Dede, Ressam Halil Dikmen, Halil Can, Süleyman Erguner (dede), Emin Kılıç Kale, Hayri Tümer, Gavsî Baykara, Ulvi Erguner, Burhanettin Ökte, Aka Gündüz Kutbay, Ahmet Polatöz, Polat Kale, Fuat Türkelman, Doğan Ergin sayılabilir.
Niyâzi Sayın, Ahmet Yâkuboğlu, Selâmi Bertuğ, Fikret Bertuğ, Ârif Biçer, Şemsettin Güvey, Ömer Erdoğdular, Sadrettin Özçimi, Kutsî Erguner, Süleyman Erguner (torun), Ekrem Vural, Ümit Gürelman, Ârif Erdebil, Mahmut Bilki, Uğur Onuk, Sencer Derya, Ali Sezâî Balakbabalar, Yavuz Akalın, Yusuf Kayya, Süleyman Yardım, Sâlih Bilgin, Aziz Şenol Filiz, Mustafa Güvenkaya, Yavuz Ballıoğlu, Hüseyin Kutsî Sezgin, Fahrettin Acar, Ahmet Şahin, Cevdet Yıldız, Murat Sâlim Tokaç, Ömer Bildik, Kâşif Demiröz ve yaşayan neyzenlerimizdendir. İsimlerini sayamadığımız diğer sanatçılarımızdan özür dileriz.
KANUN
Kanunun icadı, tarihi ve gelişimi hakkında çok farklı bilgiler vardır. Bazı kaynaklar göre büyük Türk bilginlerinden FARABİ (870-950) tarafından icat edildiği söylenmektedir.. Ancak, antik çağda Mısır ve Sümerliler tarafından kullanıldığını gösteren bazı tarihi belgelerden başka eski bir Arap rivayetine göre de "Kânun"u, Horasanlı bir Türk olan İbn-i Hallegan'ın icat ettiği de söylenmektedir. Bir efsaneye göre de: Bir ağacın üzerinde ölen kuşun, ağacın dallarından aşağıya sarkan kurumuş bağırsaklarının rüzgârın etkisiyle çıkardığı seslerden esinlenerek "Kânun"un bulunduğu söylenir.
Rauf Yekta'nın Türk Musikisi adlı kitabında "Kânun"u anlatan bir bölümde şöyle denilmektedir: "Evvelce bu çalgıyı icra edenlerin ses perdesini az çok yükseltmek istedikleri telin üzerine bir parmak darbesinden başka başvuracakları bir çare yoktu, hem de az muvaffak olunan bu ameliyenin güçlüğüne çare bulmak üzere, bundan otuz sene evvel (kitabın yazılış tarihi:1913) her telin altına iki veya üç madeni parça (mandal)konulması düşünüldü; böylece kolayca kaldırılıp indirilen bu mandallarla istenilen perdenin tizliği veya pestliği elde edilmektedir. Mahmut Ragıp Gazimihal de mandal tertibatı hakkında şöyle demektedir: Asrın başlarında yarım perdeler için mandal sistemi yine İstanbul'da tatbik edilmiştir
"Kânun" eğik kenarı uzun bir yamuk şeklindedir, bu şekilde yapılmasının amacı, tellerinin boyunun ayarlanmasındandır. Akort yapmaya yarayan burguların konduğu bu sol tarafa daha sonra mandallar eklenmiştir. Şekil yönünden kalınlığı az olan tahta bir kutuya benzer. Teller göğüs üzerine birbirine paralel olarak üçer üçer gerilmiştir. Yaklaşık 3, 5 oktavlık ses alanı ve çeşitli çalgılar arasında kendine özgü gösterişli ve ahenkli sesiyle yer eden, her türlü duyguyu zengin bir şekilde ifade etmeye uygun "Kânun", bütün parmaklar kullanılarak ve Arp, Gitar tekniğine yakın bir teknikle çok sesli çalışmalara da en açık bir çalgı olarak Türk Musikisinin piyano'su olarak adlandırılabilir.
Ülkemizin ünlü kanunileri olarak Hasan Ferit Alnar, Vecihe Daryal, Kanuni Hacı Arif bey, Ahmet Yatman, Ruhi Ayangil, Tahir Aydoğdu, Göksel Baktagir, Göksel Kartal, ,
|
|
|
|
Tanbur
Tanbur Sözcüğünün Etimolojisi:
Her şeyden önce sazın adı bazı sözlüklerin yazdığı gibi Tambur değildir; ağzımızdan böyle çıksa bile, aslı Sümerce'Pantur'dan bozulma'Tunbur' olduğu için, "N" ile yazılma zarureti vardır. Esasen bu zarafette bir sazın -yeğeni Ud için de söz konusu olduğu gibi- Türklerin elinden çıkmış olması tabiidir, zira Türkler dışında hiçbir müzik kültüründe böyle bir saz yoktur.
Tanbur'un Teknik Yapısı ve Özellikleri:
Türk KOPUZ ailesinin mensubu olan Tanbur; 30-35 cm çapında bir kürenin ortaya yakın kısmından kesilip küçük tarafı alınmış izlenimini veren bir kalıp üzerine dilimlerle işlenen (kuyruk denen dip tarafında bazen hafifçe sivrileşen) teknesi; bu tekneye dip takozu ile bağlanan 100-110 cm uzunluğunda D kesitli ince bir sapı (4-4.5 cm) ve tekne üzerine desteksiz olarak kapatılan 2.5-3 mm kalınlığında kapak'ı (göğsü); sapının uç kısmında üçü önden, dördü üstten saplanan, beşi çelik, ikisi pirinç (sarı) 7 telinin bağlandığı burgu'ları ve telleri taşıyan, kapağın dip kısmına yakın, gürgen veya kızıl ağacından trapezoid kesitli köprü şeklinde seyyar eşik'i olan bir sazdır.
Tanbur sağ omuz ve sağ diz arasına sıkıştırılıp, göğsü yere dik, sapı yere mümkün mertebe paralel tutularak, kaplumbağa kabuğundan (bu yüzden bağa denen), uçları asimetrik V tarzında kesilmiş ve uç yanakları 45 derece pahlanıp parlatılmış bir mızrapla çalınır.
Tanbur, sapı oldukça uzun bir sazdır (ortalama 73-84 cm). Tüm icra bu sap üzerinde en altta bulunan telde, yani yegah telinde yapılır. Bu, tek tel üzerinde yapılan icrada, telin mızrap yardımıyla titreştirilmesinden, tamamen kapalı olan (tarihte istisna olarak ortası delik tanburlar da vardır) teknesinin içindeki hava da rezonansa girer ve tannaniyet diye tabir edilen inilti sağlanmış olur. Tanburiler icra sırasında sapı hafifçe yukarı-aşağı sallamakta ve bu sayede titreşimi arttırarak farklı duygular ifade edebilmektedirler.
Ancak, tanbur icrasında daima en alttaki yegâh teli kullanılır. Çünkü tanburun karakteristik sesini bu telden elde etmek mümkündür. Büyük Osman bey, şeyh Abdülhalim af., izak, oskiyam ve âli efendi gibi ilk büyük isimlerden sonra, eldeki ses belgelerine göre tarihte ilk defa tanburi cemil bey (1871-1916) ve iki öğrencisi (kadı fuad efendi ile refik fersan) tarafından yenilebilmiştir. nevrastenik bünyesiyle hırçın ve melankolik karakterinin de tesiriyle tanburu şaha kaldırmış olan Cemil Bey'den sonra ikinci büyük ekol, saza'nazlı nazlı şarkı söyletmeyi' başarmış olan izzettin ökte üslubudur. üçüncü sırada bu ikisinin karışımı olan (halkımızın daha çok yaylı tanburuyla tanıdığı) ercümend batanay gelir. ferid sıdal da i. ökte üslubunun temsilcisidir. son devrin en önemli tanbur sanatçısı üstad necdet yaşar'dır. diğer önemli tanbur sanatçılarımız sadun aksüt, yılmaz pakalınlar, m.salim tokaç, selçuk sipahioğlu, abdi coskun, tevfik soyata, özer özel ve kagan ulaş'ı sayabiliriz.
|
|
|
|
SANTUR
Eski Türk sazlarından nüzhenin (1) gelişmiş şeklidir. Geometrik olarak ikizkenar yamuk şeklindedir. Telleri önceleri ibrişimdendi. Sonraları madeni ve sarma tel kullanılmıştır. Eski Türk ve İran santurlarında sarı pirinç tel kullanılır.
Avrupa santurlarında genellikle çelik ve çelik üzerine gümüş sarma teller kullanılmaktadır. Her bir sazın yapısına göre kullanılan bu tellerin tınıları farklıdır. Santur masa üzerinde veya bir sehpa üzerinde çalındığı gibi piano gibi bacaklı şekilleri de vardır. Uçlarına keçe veya ince tülbent sarılan ince iki sopacık ile çalınır. Bunlara eskiden olduğu gibi "Zahme" veya "mızrab"'da denir. İranlılar mızraba bir şey sarmadan çalarlar.
Biçim yönünden "Kanun"a benzeyen bu çalgı, Osmanlı müziğinde uzun yıllar kullanılmıştır. Birçok Avrupa ve Asya ülkesinde çok eski yıllardan beri kullanılmaktadır. Ancak Türkiye'de, belki de müzik sistemimize uygun bulunmaması gerekçesiyle bir dönem unutulmuştur. Yirminci yüzyılın başlarından sonra bu çalgıya bir ilgi olmuş ancak bu da oldukça sınırlı kalmıştır.
|
|
|
|
Kemençe
Kemençe kelimesi, yayla çalınan sazların, farsça'yay' anlamındaki keman kelimesinden türemiş ortak adıdır. Arapların rebab dediği bu türe eski Türkler'oklu' anlamında " ıklığ " diyorlardı ki bütün yaylı sazların en kıdemli atasıdır.. Türk musikisinin bu en küçük sazı, boy-poşundan umulmayacak güçte bir ses yüksekliğine ve tınısına sahiptir (sesler, diğer telli sazlarda olduğu gibi teli kısmen sağırlaştıran parmak ucu etinden değil, tırnağın sert boynuzsu yapıdaki yüzeyinden elde edildiği için). Herhalde müziğimizin, en kalabalık topluluklarda dahi sesi rahatça duyulan en dişi iki sazından biri kanunsa, öbürü kemençedir. Aslında karaağaç, karadut, dikenli ardıç, maun veya pelesenk çeşitlerinden birinden 42x16x6 cm ölçüsündeki bir takozun; sadece içi oyulmak, tekne, boyun ve kafa'sına gereken şekil verilmek, kapak, burgu ve tel takılmak suretiyle bu kadar zarif bir sanat şaheseri haline gelebileceğini hayal etmek bile zordur..
Kemençeye belki de bütün sevimliliğini veren burguları (tavşan kulağını andırdıkları için kulak adı verilmiş olabilir), süslü sazlarda yılan, fildişi, abanoz veya pelesenk, sade sazlarda zerdali, badem veya akgürgen gibi ağaçlardan yapılır ve 14-15 cm boyunda olur. Kemençe, kuyruk takozu sol dize (bazen de iki diz arasına) konmak ve burgularından göğse (kalbe) dayatılmak suretiyle tutulur; tellere yandan değen sol elle yayı çeken sağ el de icrayı sağlar (yay durumlarına göre saz sol el ayası içinde sağa-sola hafifçe döndürülebilir).. Saz ortalama 60 cm uzunluğunda, esnemeye dayanıklı yılan, abanoz vb. sert ağaçlardan yapılmış, avuç içi yukarıya bakacak şekilde tutulan bir yayla çalınır.
|
|
|
|
Keman
Tarihte Kemanın Yeri;
Keman'ın ilk kez nerede yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, ortaçağda İngiltere'de Fiddle, Almanya'da Fiedel İtalya'da Lira da Braci, Fransa'da Viel adlarıyla kullanılan yaylı çalgılar Keman'ın atası sayılır. Lavignac, Keman'ın Türklerin Kemençe-i guz (Oğuz Kemençesinden) alındığını yazar. Bazı kaynaklarda ise Arapların Rebab'ından geliştirildiği öne sürülmüştür.
Türk Musikisinde Kemanın Yeri:
Keman'ın Türk ülkesine ne zaman geldiği kesin olarak bilinmiyor. İstanbul ve Trabzon gibi Lâtin ülkeleri ile sıkı ilişkiler bulunan şehirlerde çok eskiden beri Keman'ın en eski örneklerinin bulunduğu ileri sürülmüştür.
Keman yaylı çalgılar ailesinin en önemli üyesidir. Sesi, öteki çalgılara göre birçok bakımdan insan sesine daha yakındır. Keman, çene altı ile omuz arasına sıkıştırılarak tutulur. Sol elin parmakları sap üzerinde bulunan tellere basarak gezinirken, sağ elde tutulan yay, Keman tellerine sürtülerek çalınır. Gövdenin orta bölümündeki yan girintiler yayın daha kolay hareket etmesini sağlar.35 ile 36 cm arasında değişen bir gövdesi vardır. Küçük ve hafif bir çalgı olmakla birlikte, ortalama 84 ayrı parçanın bir araya getirilmesiyle yapılır.
Keman'ın metalden ya da hayvan bağırsağından yapılmış dört teli vardır. Akort sistemi pest'ten tize doğru: SOL-RE-LA-Mİ olarak düzenlenmiştir. Batı Kemanlarıyla aynı akort sistemine sahip olmasına rağmen, Türk Musikisine uygun şekilde isimlendirilmiştir: DO-SOL-RE-LA dır
|
|
Vurmalılar:
Darbuka:
Milattan önceki dönemde günümüz darbukasına benzer çalgılar, çeşitli biçim ve büyüklüklerde Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya uygarlıklarında kullanılmışlardır. Daha sonra ki süreçler içinde değişip gelişerek yine aynı coğrafyalar içinde kullanılmıştır. Bu çalgı zaman içinde ve bölgelere göre farklı isimler ile anılmıştır. Bunlar arasında "dümbek, dümbelek, deplek, deblek, dönbek, tömbek, darbeki, debulak" gibi isimleri sıralayabiliriz. Önceleri pişmiş toprak kullanılarak üretilen bu vurmalı çalgı, giderek sırsız toprağın yanı sıra bakır, aliminyum, çeşitli metal alaşımlar, alçı, porselen, ağaç ve cam elyaf v.b. gibi malzemeler kullanılarak da yapılmıştır. Genellikle bir tarafı geniş, diğer tarafı dar bir boru görünümündeki çalgıda, hayvan derisi ve son zamanlarda ise çoğunlukla sentetik deri kullanılmaktadır. Deri bir kasnağa gerilir ve vidalar yardımıyla gerdirilerek ton sağlanır. Bu çalgının gövdesi üzerine, çeşitli yöre ve kültürel yapıya uygun süslemeler de yapılmış ve günümüzde de devam etmektedir.
Daire ve Def (tef):
Milattan önceki dönemde Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya uygarlıklarında ve daha sonraki dönmelerde de tüm bu coğrafya içinde yaşayanlar tarafından çeşitli tür ve biçimleri kullanılmış olan bu vurmalı çalgı, Osmanlıda da din ya da din dışı alanlarda kullanılmıştır. Bu çalgı, bu coğrafyadan Avrupa'ya da geçmiştir.
Daire, 30 - 40 cm çapında, enli ahşap bir kasnağın tek tarafına deri gerilerek yapılır. Bu kasnak genellikle ceviz ağacındandır. Kasnakta açılmış yarıklara, ortalarından geçen millere tutturulmuş 8 - 10 cm çapında bronz diskler, genellikle ikişerli olarak takılır. Deriye vurulduğunda bu diskler şıngırdar ve böylece daha renkli sesler elde edilebilir. Disk dışında çeşitli zincir ve halkalar da kullanılmıştır. Çapları çok farklı olabilen bu çalgının büyüklerini Şamanlar da kullanmışlar ve "şaman davulu" olarak adlandırmışlardır. Daha çok tasavvuf müziğinde kullanılmış olan zilsiz dairelere "bendir, bender" veya "mazhar" adı verilir.
Dairenin daha küçük çaplı olanına "tef" denir. "Tef"in ortalama çapı ise 28-30 cm. civarındadır. Farsça'da "duf", Arapça ve diğer bazı dillerde "defik" olarak kullanılan bu isim, Türkçe'ye "tef ya da def" olarak yerleşmiştir. Kullanılan derilerin en uygun olanları köpek ya da dana derisidir. Bunlardan başka diğer hayvan derileri de kullanılmaktadır. "Tef" kasnağının eni genellikle 4-6 cm. civarındadır. Kasnak üzerine kıymetli ağaçlardan yapılan kaplamalar ya da fildişi, sedef ve bağa işlenerek yapılan süslemeler onları çok değerli kılmıştır.
Kudüm:
Klâsik musikimizin ana ritim unsuru olan Kudüm, vurmalı sazlarımızın en önemlilerindendir. Tarihte Dinî ve lâ dînî musikîmizin icrasında yardımcı vurmalı sazlarla birlikte bilhassa KUDÜM kullanıla gelmiştir. Kös'ün küçüğü ve nakkarenin de biraz büyüğü olan Kudüm, 4 parçadan meydana gelmiştir;
Bakır gövde, Deve derisi, Simitler, Zahme
1-) Bakır Gövde: Tas şeklinde olup biri büyük diğeri küçük iki parçadır. Bakırın içine bir miktar altın karışmış olanı makbul ve matluptur. Dövülerek arzu edilen şekil verilir.Büyüğünün çapı 30cm Küçüğünün çapı 28 cm ikisinin de yükseklikleri 16 cm. olan Prototip Kesinlik kazanmıştır.
2-) Deve derisi: Kudümde arzu edilen tonalite'nin meydana gelmesi için muhakkak deve derisi kullanmak lâzımdır. Kalınlığı 5 mm. olan deve derisi özel bıçaklarla traşlanarak 2 mm. ye indirilir. "DÜM" sesi verecek olan büyük çaplı bakır gövdeye gerilecek olan deri kalınlığı 2 mm, . "TEK" sesi verecek olan küçük çaplı bakır gövdeye gerilecek olan deri kalınlığı ise 1 mm. olmalıdır. Her iki çaptaki bakır, deriler üzerine yatırılarak, kendi çaplarından 2 cm. fazlası kalemle işaretlenerek kesilir. Her iki deri 19 eşit parçaya bölünerek zımba ile delirtir, özel bir atkı sistemi ile deriler bakır üstüne gerilir. Deri germe işlemi için nylon karışımı ipler kullanılabilir.
3-) Simitler: Viştal veya kıtık dediğimiz dolgu maddeleri ile doldurularak yapılan simitlerin orta boşluklarına kudümler oturtulur, öne doğru istenilen eğim sağlanır. Simitlerin en önemli ödevleri Kudüm'ün yerle bağlantısını kesmek ve ona elastikiyet sağlamaktır. Bu da Tonalite için çok gereklidir.
4-) Zahmeler: Kudümü çalmak için kullanılan uçları yuvarlak ağaç çubuklardır. Yumuşak ve orta yumuşaklıktaki ağaçlardan yapılırlar.
Ana gövdenin etrafı 4 parça sahtiyan deriden bir kılıf ile kaplanır.Bu şekilde yapılan bir kudümün akordunu uzun yıllar muhafaza ettiği tecrübeyle sabittir.
Buraya kadar yapım özelliklerini anlatmaya çalıştığımız KUDÜM Mevlevilerce kutsal sayılmış ve "KUDÜM-Ü ŞERiF" diye anılmıştır. Mevlevî müziğinin dört temel çalgısından biri (diğerleri "ney", "rebap" ve "halile")dir.
|